28 Temmuz 2013 Pazar

Suçlar, Hatalar Gerçekten Var mı?


Cehennem korkusuyla, Yaradan'a sığınma fikrinin ötesine geçmeli insan. Dolores Cannon'ın dediği gibi "Siz çocuklarınız hata yaptığında, onları kızgın fırına mı atarsınız yoksa bir şans daha mı verirsiniz?"... Korkuyla değil, sevgiyle, ışıkla, aşkla yola çıkmalı şu hayatta. Denemenin, yanılmanın, denemenin, gerçekleştirmenin tadını çıkara çıkara yaşamalı. Yaşanılan her anın, her duygunun farkına varmalı, onu onurlandırmalı. Böylelikle tekrarlamalara gerek kalmadan yolculukta yeni duraklara varmalı.
Ruh deneyimlemeyi seçiyor, dünyayı her geldiğinde yeni senaryolarla, yeni dekorlarla, farklı rollerdeki tanıdık ruhlarla farklı alternatifleri deneyimliyor, Dünya denilen sahneden her yaşamda farklı bir oyun sergiliyor. Kazandığı bilgileri, deneyimleri, farklı duyguları, farklı sonları, sonuçları topluyor ve kaynağa geri dönüyor. Dünya o kadar farklı kombinasyonlara izin veriyor, o kadar farklı duygular ve tepkiler veriyor ki insan bedeni, ruh her dünyaya geldiğinde yeni soru işaretleri ile geri dönüyor ve hızlıca yaşayarak öğrenmek için bir kez daha gelmek istiyor.
İşte tam da bu nedenle dualite ortadan kayboluyor, iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi ayrımlar ortadan kalkıyor sadece deneyim, sadece oyun oynamanın keyfi ve öz olan sevgi ile ışık baki kalıyor.
Biz ruhlar, insan bedenlerimizde bunun farkına vardığımızda anlayış, şefkat ve eşitlik duygusu içimizi sarıyor. Bir olduğumuzu, muhteşem bütünün parçası olduğunu fark ediyoruz.  Daha önceden ayıpladığımız, dışladığımız kişilerin de aslında deneyimlemek için dünyaya gelen ve hatta kazandıkları deneyimlerle bütünün, her birimizin yükselişine katkı sağlayan ruhlar olduğunu fark ediyoruz. Yaradan'dan ötürü, birlikten ötürü yaratılanı sevmek daha derin bir anlam kazanıyor.
Ve kendimize baktığımızda, hayatımızı gözden geçirdiğimizda "hata" "yanlış" diye değerlendirdiğimiz, pişmanlık duyduğumuz, kendimizi suçladığımız her davranış, düşünce ve his olumsuz enerjisini bırakmaya başlıyor, ışıkla yıkanıyor. Çünkü artık her şeyin tam da olması gerektiği gibi olduğunu biliyoruz. Kendimizi tam ve bütün olarak her şeyimizle kabul ediyoruz, kendimizi seviyor, kucaklıyoruz.
Çünkü biliyoruz buraya deneyimlemeye geldik. En büyük korkularımızın dahi illüzyondan ibaret olduğunu, en büyük tabularımızın, "ben hayatta olmam/yapmam" dediklerimizin gerçekleşebileceğini ve onları deneyimlediğimizde bile yine Allah'ın (kaynağın, evrenin, yaradan'ın) sevgili parçası olmaya devam ettiğimizi biliyoruz. O'nun sıcacık sevgisini hissediyoruz. Ve yargılardıklarımızın, dışladıklarımızın da bizden farklı olmadığını, dünyada olup biten her şeyin deneyimden ibaret olduğunu fark ediyoruz. Kabul ediyoruz, kabullenişe geçiyoruz ve bu güzel, bu ilahi sisteme teslim oluyoruz.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse; "ben hile yapmam" , "bu kadın evli biriyle aşk yaşıyor, ne kadar ayıp", "bu adam rüşvet alıyor", "ben asla aldatmam" gibi kendi kendimize koyduğumuz ve korkularımızdan destek alan tabularımız, kurallarımız aslında bu olayları bu durumları bize çekiyor. Bunun tek bir nedeni var: Dünya'da her şey mümkün ve hiçbir şey korkulduğu gibi değil. Korktuğumuz başımıza geliyor çünkü korkuların ötesinde, baki kalanın sevgi ve ışık olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Eleştiren, kuralcı tarafımız törpülendikçe anlayış, hoşgörü ve şefkat ağacı doğuyor içimizde. Koşulsuz ve sınırsız sevgi göstermeye başlıyor o güzel yüzünü. İşte bu nedenle hiçbir şeyi yanlış-hata diye değerlendirmemeli, hepsini kabul edip sevgiyle iyileştirmeli. Asla, hayatta olmaz, aaa ne ayıpların yerini "benim bunu yapmaya, bunu yaşamaya, bu olmaya iznim var ve ben ışığı sevgiyi seçiyorum şimdi" aldığında korkuyla beslenen bu inanç kalıpları yavaş yavaş ayrılıyor hayatımızdan ve yaşamaya gerek kalmadan bir sonraki etaba geçebiliyoruz :)
Hayatı çok ciddiye almayın, onu ağırlaştırmayın, unutmayın ağır olanlar çöker, hafifleyenler ise gökyüzüne doğru yükselir :) Titreşiminiz hep yumuşak ve hafif olsun, içiniz saf, koşulsuz sevgi ile dolsun.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Sevgi ve korku ile yaratılanlar


Beyin korkuları gereği aşırı korumacı ve evhamlı olabileceğinden genelde sınırlarla ve en kötüyü düşünerek yanaşır... Kalp ise sınırsızlığı, birliği bildiğinden coşku ve sevgiyle, cesaretlendirerek dile gelir. Bunu bir kez fark ettin mi dünyada tüm olup biteni, karşılaştığın ve yaptığın herşeyi yorumlaman çok daha kolay olur. Korku ile yapılanların acizliği, yetersizliği ve sınırlılığı, sevgi ile yaratılanların ise ışığı, sonsuzluğu daha da belirgin hale gelir.
Bazen küçük bir dükkanın önünden geçerken, özenle yerleştirilmiş ürünler dikkatinizi çeker ya da el emeği ile yapılmış olanlar. Aynı işlevi görse de fabrikadan çıkanlara kıyasla farklı bir ruha sahiptirler. Çünkü henüz yaratılırlarken, türkülerle, umutlarla beslenmişlerdir. Kocaman adamların oturup karar verdikleri toplantı odalarındaki pazarlama grafikleri ya da tüketici araştırmaları ile değil.
Doğa ve evren "tek olmak", "özel olmak" üzerine kuruludur, hiçbir bulut diğerine benzemez, her papatyanın yaprağının dokusu farklıdır tıpkı parmak izlerimiz gibi. Oysa şimdi hepimiz aynı telefonu kullanıyor, aynı arabalarda seyahat ediyor, aynı evlerde, aynı eşyalarla yaşıyoruz. Üstelik bunu tercih ediyoruz, "onunkini" istiyoruz. Kendi yolumuzu yürümek yerine bize "güvenli sağlam ve iyi getirili" diye empoze edilenleri belki de kendi kendimize empoze edilenleri seçiyoruz. Aradaki patikalarda saklı olan köy kahvelerini, gelincik tarlalarını, şelaleri atlıyoruz hep ana arterleri seçiyoruz, kalabalık, tıkanık ve bilindik olanları.
Şimdi sıralayacaklarımı gözünüzün önüne getirin; son dönemde inşaa edilen binalar, plazalar, camiiler ve Osmanlı döneminde inşaa edilenler, eskiden kullanılan oymalı, sanatlı mobilyalar ve şimdikiler, büyükannelerden kalan oyalı eşarplar ve şimdikiler... Artık insanlar daha mı az yaratıcı yoksa odakları mı farklı? Acaba o zaman bu muhteşem düzene ve yaratana olan şükranla, aşkla yaratılırken, şimdi para kazanmak, marka olmak mı tercih edilir oldu? Akışta kalmak ve kısmete inanarak tevekkül getirmek yerini korkuların odağında yel değirmenleri ile savaşmaya mı bıraktı?
Eskilerin şarkıları, müzikleri, filmleri ilham perilerinin yardımıyla yaratılırken, şimdikiler reytingin kulu kölesi mi?
Dünyada bunlar oluyorsa eğer, ve şayet içimizdekilerin yansıması iseler, o halde içimize bakma vakti. Bizim pusulamızda ne var? Gelecek korkusu, "gruba dahil olma" arzusu, onaylanma, kabul görme isteği, sonradan insanlarca yaratılmış ve ihtiyaç olduğuna inandırıldığımız şeylere sahip olma isteği, eşitlik ve birliğin inadına yaratılmış unvanlar ve sıfatların gerekliliği... Her hareketimizin, her düşüncemizin, her eleştirimizin kökenini incelemeli. Hangisinin sevgi hangisinin korku ile yaratıldığını-yarattığımızı keşfetmeli ve karanlığı aydınlığa çevirmeli şimdi. Çevirmeli ki evren Monet'nin, Picasso'nun, Dali'nin meleklerle beraber yarattığı resimlere dönüşebilmeli...